Bu Blogda Ara

10 Eylül 2012 Pazartesi

Ruzgar Sehri - Chicago


Amerika’da gittigim ilk buyuk sehir. Insanlar genelde buyuk sehre gidince gerilirler, her an her yerde birsey oluverecekmis gibi gelir insana, tedirgin dolasirlar ortalikta, hele ki bu ilk defa gittiginiz bir sehirse bu tedirginlik artar. Chicago’ya gittigimde nedense ben rahatladim. Soyle bir “ohh bee, dunya varmis” diyesim geldi. Istanbul’un karmasasina alismis bir insan olarak, Notre Dame’da bir ay boyunca sakin yasamak beni yormus anlasilan. Bunu Chicago’ya gidince farkettim ancak.

Guzel sehir Chicago, kocaman gokdelenlerinin hemen yani basinda yemyesil parklari, sehrin icinden gecen nehirleri, ucu gozukmeyen Michigan golu, herbirini bir gunde gezemeyeceginiz muzeleri, cingirakli yelkenlileri, tepenizden demiryollari gecen sokaklari ve her sokak basinda starbucks’i… Tabiki heykeller… Amerikalilar seviyorlar, gozlerinin onune guzel seyler koymayi, Chicago’da sanatla butunlesik bir  sehir. Vee heryerde Jazz…Amerika’da yasanicaksa, boyle bir sehir uygun olur ancak bana, herseyin yaninda en azindan sehirici ulasimi kolay. 

Notre Dame’dan Chicago’ya gitmek oldukca kolay, once taksiyla Southbend Havaalanina gidiyorsunuz (15$) ve sonra Chicago’ya giden trene biniyorsunuz (11.75$). Trenler oyle luks falan degil tabiki, ama gayet hizli gidiyorlar ve direk Millennium Park’in orda iniyorsunuz. Tren biletinizi giseden alabileceginiz gibi, trenin icerisinden de alabilirsiniz. Chicago’da zaman merkezi saat dilimine gore isliyor, ben Southbend’ten geldigimde 1 saat kazanmis oldum ama donuste tabiki bunu geri odedim. 

Onur’la Chicago’ya varis zamanlarimizi oldukca iyi ayarlayabilmisiz ki, ben Millennium Park’a vardiktan 2-3 dakika sonra da Onur geldi. Bloomington’dan Chicago’ya gelebilmesi icin sabahin erken saatlerinde yola cikmasi ve 3 aktarma yapmasi gerekti. Ama bu sehri (ve beni J) gormek icin buna degmis oldugunu dusunuyorum.


Kisa suren gezimize sadece Field Museum, Millennium Park, Grant Park, Navy Pier, BP Bridge, Picasso, biraz sehir sokaklarinda dolasmak ve gol manzarasinda oturmayi sigdirabildik. Bircok guzel fotografta cektik. Bulut kapi (Cloud Gate)’da kendi goruntumuzle eglenirken, Crown Fountain’da ayakkabilarimiz cikarip kucuk cocuklarin arasina karistik ve serin sularin keyfini cikardik. Hepbirlikte sabah sporu yapan sehir halkini izledik. Sanat Muzesinin kapisindaki kuyrugu gorunce oraya girmekten vaz gectik. Jaz sehrinde Jaz festivaline denk geldik, Grant Park'tan gecerken azicik Jaz dinleyip dinlendik. Field Museum’da butun memelileri gorucez diye inanilmaz yorulduk. Bir de “Abi gordun mu? Kizin ITU thsirtu vardi” diyen ITU’lu genclerle karsilastik. Her yerde okulumun reklamini yaparim bundan da gocunmam, gise gorevlisi de cok begendi zaten ITU thsirtumu J.
Muze cikisinda agriyan ayaklarimiz birazcik daha agrisin diye Navy Pier’e kadar yuruduk. Navy Pier Chicago’nun eglence merkezi, insanlar geziyorlar, alisveris yapiyorlar, golde vapur turuna cikiyorlar ve Luna Park’ta egleniyorlar. Burada once Onur’un yorgunlukla birlikte gelen acligindan kaynakli sinirini yemek yiyerek yatistirdik. Sonra da koleksiyonlarimiz icin magnetler almaya gittik. Buradan herkese duyuruyorum sehir magnetleri koleksiyonu yapiyorum ve hediye olanlar benim icin cok daha degerli. Kocaman bir donme dolaba bindik ve sehir manzarasinin keyfini cikardik.

Ee, birazcik eksik kaldi tabiki gezimiz. Bilim ve endustri muzesini, sanat muzesini, akvaryumu, vapur turunu, gokdelenden sehir manzarasini sonrakini ziyaretlerimize birakarak, Chicago’yu sevmis bir sekilde ayrildik. 
O’da bizi sevdi heralde, baksaniza daha gostericek cok seyi var…